Ali Rıza Aydın: Halkın ekmeğidir adalet…

1953’te doğdum. Ekonomi ve maliye yükseköğrenimi gördüm. 1973 yılında Yargıtay’da memur olarak başladım kamu görevime.

1976’dan itibaren Sayıştay’da denetim gruplarında, araştırma grubunda ve daire raportörlüğünde çeşitli görevler aldım. 1991’de Başbakanlık’ta görevlendirildim. Kamu Fonları Tasfiye Birimi’nde, DPT Kalkınma Planları Özel İhtisas Komisyonlarında görevler üstlendim. Toplu Konut İdaresi’nde başkan yardımcılığı görevini yürüttüm. Anayasa Mahkemesi raportörlüğüne atandım. Yüce Divan’da raportörlük yaptım.

2009’da Anayasa Mahkemesi Başkanı, hakkımda “Mahkeme’den ayrılıp Sayıştay’a dönmesi” isteğini bildirince emekliliğimi talep ettim, 1 Ekim 2009’da emekli oldum.

Sınıfsız ve sınırsız bir dünya için mücadele edenlerin safından hiç çıkmadım. “Yetimin hakkına, devletin bir kör kuruşuna tenezzül edeni affetmeyiz” diyenlerin nelere tenezzül ettiğini çok yakından gördüm “zoraki emeklilikle” bitirdiğim kamu görevlerimde.

Ve bir Alman yazarın şu sözlerini hiç aklımdan çıkarmadım: Halkın ekmeğidir adalet…

Ortak kitaplarım, çeşitli kitap, dergi ve gazetelerde araştırma, deneme ve makalelerim yayımlandı. Bağımsız Sosyal Bilimciler tarafından yayımlanan kitaplara katkıda bulundum.

“YARSAV” genel sekreterliği, “Türk Sosyal Bilimler Derneği” denetim kurulu üyeliği, “Sosyalistlerin Meclisi” üyeliği, “Sol Cephe” Türkiye sözcülüğü, “Barış Derneği” yönetim kurulu üyeliği görevlerim oldu. “İktisat Gazetesi”, “Odatv İnternet Gazetesi”, “soL Gazete”, “soL Dergi” ve “Boyun Eğme Dergisi” yazarlığı yaptım.

“Hukukta Sol Tavır Derneği” başkanıyım, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda ve çeşitli üniversitelerde anayasa ve hukuk dersleri veriyorum.

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri Seçici ve Düzenleyici Kurul üyeliğimi, Denizlerin avukatının adıyla anılan çalışmadaki bu görevimi gururla yerine getiriyorum.

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” temsilcisiyim.

Örgütlü siyasi mücadeleye, 1970’lerin son çeyreğinde Türkiye İşçi Partisi’nde katıldım. Mücadelem, bağımsız milletvekili adayı oluncaya kadar üyesi olduğum Türkiye Komünist Partisi’nde sürdü.

SÖMÜRÜ DÜZENİNİN DEĞİL CUMHURİYET’İN BAŞKENTİ

1920’de bağımsızlık mücadelesinin yönetim merkezi olduğunda orta halli bir Anadolu kentiydi. Aydınlanmacı ve ilerici bir atılım olan Cumhuriyet’le birlikte bir başkent olarak tarihteki yerini aldı. O zamanlar rant hesapları altında ezileceğini, “sermayenin başkenti” olmak için İstanbul’la yarışacağını kestiremeyecek kadar masum ve cesur bir kentti.

Plansız büyüyeceğini, kuruluştaki mimarisini oluşturan binalarının yıkılacağını, beton yığınına dönüşeceğini, nefes borusu Atatürk Orman Çiftliğinin talan edileceğini, cumhur merkezinin Çiftlik alanını işgal eden beton yığınlarından oluşan külliyeye taşınacağını, alt ve üst geçitlerle parçalanıp insanlarının, araçlarının, eşyasının su altında kalacağını hiç hesaba katmamıştı.

Bugün ne Cumhuriyet kaldı ne de Başkent Ankara’nın insanlık dolu masumiyeti. Ne laik hukuk devleti kaldı ne de mücadelenin simgesi Başkent.

Ne patronların kaygısı var ne de gericilerin. Elbirliğiyle el attılar Cumhuriyet’e ve Başkent’e. Kamu teşebbüslerine ve alanlarına, ormanlara, kıyılara el koydular. Eğitimi ve sağlığı gericiliğe ve paraya teslim ettiler. İşçi cinayetlerine iş kazası dediler. Emekçi halktan ve yoksuldan alıp zengini daha zengin yaptılar.

“Bu düzen değişmeli” diyenler, Başkent Ankara’nın ve Cumhuriyet’in paramparça edilişinin nedenlerini anlatırken, sömürücü düzenin ipliğini pazara çıkarırken halkın seçeneğini ortaya koyuyor. Onurla ve insanca yaşayacağımız bir ülkenin yolunu gösteriyor.

Bu düzen değişmeden sömürü, gericilik, çürümüşlük, eşitsizlik, adaletsizlik gitmeyecek. Yalanlar, kandırmacalar, sahte çözümler bitmeyecek.

Oylar düzenci ittifaklara değil, düzen değişikliğine!