Sevinç İlkuçan Sertbarut: İşçiler kazanmalı, bu düzen değişmeli

Ev kadını bir anne ve işçi bir babanın iki çocuğundan biri olarak 1965 yılında Antalya’da doğdum. Çocukluğum geniş portakal bahçelerinin içinde, doğa ile iç içe geçti.

Eğitimime Cengiz Topel İlkokulu’nda başladım. Genellikle tarımla uğraşan ve çoğu yoksul çocukların gittiği bir okuldu.

Babam, Kamuya ait Ferrokrom Fabrikası’nda çalışıyordu. Fabrikanın yaz kampları, sahile upuzun kurulan yemek masaları, açık hava sinemasında gösterilen filmler, düzenlenen geziler. Fabrikaya gidince babamın yeşil iş elbisesiyle ve fabrikamızla gurur duyduğumu hatırlıyorum.

O da diğer beş kamu fabrikası gibi satıldı.

Babam politikayla ilgilenmezdi ama DİSK üyesiydi. Eve ara sıra gelen sendika dergilerinden işçilerin farklı bir “şey” olduğunu az çok algılıyordum ilkokulun ilk sınıflarında. Hele bir keresinde, işçiler şehrin ana caddesinde yürümüşlerdi. Aralarında babam da vardı. Ne kadar etkilenmiştim. İşte böyle başladı…

Ortaokulda solcu öğretmenlerim oldu. Kitap okumayı, tartışmayı, sanatla ilgilenmeyi, sol düşünceyi onların sayesinde öğrendim.

Daha sonra Antalya Lisesi. Lisenin ikinci sınıfının başında 12 Eylül Askeri Darbesi. İçeri alınan abiler, ablalar, öğretmenler… Büyük bir acı.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdim ve zorunlu hizmetimi Nevşehir’in Derinkuyu ve Acıgöl İlçeleri’nde yaptıktan sonra Kaş’a tayin oldum.

Altı yıllık Kaş görevi sonrası, emekli oluncaya dek Antalya Merkez Ahatlı Sağlık Ocağı’nda çalıştım.

2000-2002 yıllarında Antalya Tabip Odası Yönetim Kurulu’nda görev yaptım.

Evliyim. Eşim emekli astsubay. Kendisi aynı zamanda yoldaşımdır.

Hayatımdaki en önemli şey ise, Türkiye Komünist Partisi’ni bulmak oldu. Böylece ben daha çocukken başlamış olan arayışım anlamlı bir sonuca ulaşmış oldu. Partide il başkanlığı görevi yaptım. Yurtsever Cephe ve Sol Cephe kuruluşlarına katıldım.

Şimdi ise Partimin seçime girmesine engel olunduğu için Bu Düzen Değişmeli Platformu altında 24 Haziran milletvekili seçimlerine bağımsız aday olarak katılıyorum.

NEDEN DEĞİŞMEDEN SONUÇ DEĞİŞMEZ

Türkiye’yi ne hale getirdiklerini görüyorsunuz.

Antalya’nın durumu aslında ülkenin durumunu yansıtıyor. Turizm sektörü dalgalı bir seyir izliyor. Otel emekçileri geçici sözleşme, düşük ücret, aşırı çalışma, ödenmeyen sigorta primleri gibi sorunlarla boğuşurken geleceklerini göremiyor. Gericiliğin maceracı dış politikasıyla oluşan dalgalanmalar seracılığı da aynı şekilde sıkıştırıyor.

Antalya, caddeleri portakal çiçeği kokan, doğayla iç içe bir kentti. 1980 sonrasının özelleştirmeci politikalarıyla yağmaya açıldı. Kıyı şeridi otellerle dolduruldu. İhtiyaçtan kopuk, akılsız konutlaşma, doğayı neredeyse tek bir ağaç bırakılmayacak şekilde katletti. Eşsiz güzelliğiyle bilinen Konyaaltı denizi şimdilerde ciddi kirlenme işaretleri veriyor. En küçük bir yağmurda bile caddelerin azgın bir nehre dönüşmesinin nedeni de aynı politikalar.

Toroslarda taş ocakları ile doğanın imhası ve kenti olumsuz etkileyecek Boğaçayı projesi…

Söz konusu olan rant ekonomisiyse bunlardan başka sonuç beklenemez.

Avrupa Birliği ve ABD yolunda bağımsız ekonomik politikalar belirlenemez.

Siyasetteki tıkanmanın nedeni de Türkiye kapitalizminin nefesini tüketmiş olmasıdır. Otoriter yönetim tarzı bu tükenmenin sonucudur.

O nedenle demokratikleşme, laiklik ve kalkınma için rantçı, dışa bağımlı, emperyalist güçler arasında bir o yana bir bu yana savrulan politik tercihlerin bir yana bırakılması gerekiyor.

Sorunlar, çözümsüzlüklere çözümsüzlük katan aktörlerin birbirlerine karşı birleşmeleriyle çözülemez.

Bağımsız, kamucu, eşit, laik, sosyalist bir düzen inşa etmeli, bunun için bir araya gelmeliyiz.