Nâzım Hikmet Özgürlük Parkı’nda anıldı: Bu memleket bizim!

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin, Nâzım Hikmet’i kaybedişimizin 55’inci yıldönümünde anmak için düzenlediği “Bu Memleket Bizim” etkinliğine binlerce kişi katıldı. Nihat Behram, Levent Üzümcü, Dengin Ceyhan, Ezgi Zaman, Nâzım Oyuncuları, Emin İgüs, Orhan Aydın, Metin Coşkun, Yapıcılar, Nâzım Sahne ve şiir korosunun sahne aldığı etkinliğin sunuculuğunu Enver Aysever yaptı.

Flormar işçilerinin de katıldığı gecede hep birlikte direnişte olan işçiler için dayanışma mesajı verildi.

Enver Aysever Nâzım Hikmet’in partisi Türkiye Komünist Partisi adına konuşmasını yapmak üzere Aydemir Güler’i sahneye çağırdı. Bu Düzen Değişmeli Platformu’nun İstanbul 1. Bölge Bağımsız Adayı Aydemir Güler’in yaptığı konuşma şu şekilde:

Nâzım Hikmet’in partisi adına bu kürsüye çağrılmak kadar büyük bir onur olabilir mi?

Ve şöyle övülmüş bir başka parti olabilir mi?

Sen bana bugün

Mübarek alnındaki yara yerinle

Ve işçi bileklerinde zincir izleriyle göründün

Yürüyorsun dimdik, pırıl pırıl

Ömrümde yalnız seninle

Ve senin safında olmakla övündüm

Nâzım’ın bu benzersiz övgüsüne layık olmaktır bütün çabamız. Türkiye Komünist Partisi adına bu akşam onu anmaya gelen sizleri ve bütün Nâzım dostlarını sevgiyle saygıyla kucaklıyoruz.

Nâzım, dostlarının ve yoldaşlarının, ister elli beş, ister yüz elli beş yıl geçmiş olsun ölümünün üstünden, ellerine bir pusula tutuşturuyor.

Nâzım o pusulayla birlikte kendisini sevenleri ve izleyenleri hem sınırsız biçimde özgürleştirir, hem de çok ağır bir sorumluluğun ağırlığı altına sokar. Nâzım iyi Marksisttir. Bir sömürü düzeninde özgür olmanın, sorumlulukların ağırlığından azade olmak anlamına gelmeyeceğini bilir. Özgürlük ile mücadele etmek bir ve aynı şeydir.

Nâzım içiniz serinlesin, rahatlayın, mutlu olun, yatağınızda huzur içinde uyuyun diye yazmaz. İçiniz serinlerken kanınız daha hızlı akar. Rahatlarken bu düzeni değiştirmenin heyecanıyla dolarsınız. Veya mücadelenin heyecanı rahatlatır sizi. Mutluluk değiştirmenin ta kendisidir. Yatağınızda ertesi günü, dünyanın halini, onun büyük insanlık dediği halkı düşünün diye yazmıştır Nâzım.

Bugün olsaydı, Nâzım ne derdi, ne yapardı diye çok kafa yormaya gerek yok. Nâzım söylemektedir ne yapmak gerektiğini. Lafını düşman bildikleri için sakınmadığı gibi halkı için de sakınmaz:

Kabahatin çoğu senin canım kardeşim… derken olduğu gibi.

Evet. Kabahatin çoğu bizim canımız kardeşlerimizde.

Kolay kurtuluş bekliyor kardeşlerimiz. Yoksulluğunun nedenleri yok edilsin değil de yoksulluk biraz azalsın istiyor. Özgürlüğün tamamı madem olmuyor, biraz nefes almakla yetiniyor kardeşlerimiz. Bazen o kadar ki, bu dünyada mutlu olunamıyorsa, bari diyorlar öteki dünyada cennet olsun mekânımız.

Hay hay, sonrasında her şey kader olmuştur artık. Üçüncü havalimanı altında yüzlerce işçinin yattığı bir mezarlıktır. Ülkeyi saran asfalt şeritleri on binlerce insanı boğan ahtapot kollarıdır. Dört bir yanımız töre diye, namus diye katledilen isimsiz kadınlarla çevrilidir. Çocuklara tecavüz de kader midir?

Halkın kolay kurtuluş beklentisi, sömürenlerin, yönetenlerin kolay iktidarıdır.

Bugün Türkiye’de cumhuriyeti yıkmayı becerenlerin iktidarı altındayız. Neydi o cumhuriyet, neydi bizim cumhuriyetimiz? Bu cumhuriyet emperyalizme karşı kurulmuştu.

Kabahatin çoğu NATO’ya üye olmayı, Avrupa Birliği’ne giriş sürecini uygarlık böyleymiş diye sineye çeken kardeşlerimizdedir. Bu cumhuriyet yurtta barış dünyada barış anlamına geliyorduysa eğer, NATO cumhuriyetin reddidir.

Köyünüz, kentiniz… nedir bu sözcükler? İnsanların yaşadıkları yer işte… Hayır, artık değil. Köyler de kentler de rant kaynağı. Sokağınız, eviniz mutlu yaşamak için değil, parayla alınıp satılmak için.

On altı yıllık bir dönemin, halkın vergileriyle kurulmuş bütün kamu varlıklarının satıldığı, çalışma süresinin azalmayıp arttığı, emeklilik yaşının inmeyip yükseldiği, insanların daha fazla parçalara ayrılıp birbirine düşman olduğu, vatan millet hamasetinin ve bağımlılığın birlikte rekor kırdığı, aklın yerine itaatin geçirildiği, işçi ve kadın katliamının durmaksızın yaşandığı, ülkemizin sürekli savaşta olmasına alışılan on altı yıl.

Bu hale nasıl geldiğimizi düşünürken fatura yalnızca bir avuç gericiye kesilirse yanlış yapılır. Kolay çözümlemeden kolaycı çare çıkar. Kolaycı çare sahtedir.

O bir avuç cahil, zorba ve gerici, zenginleri daha zengin yapmaları sayesinde iktidar oldular. Her şey satılırken, her şey yitirilirken insanların sabretmesi hatta dahası, destek vermesi için dinin istismarından daha iyi bir yol bulunamazdı. Dini böylesine istismar edenlerin en cahil, en sahtekâr, en ahlaksız, en yobazlardan seçilmesi kaçınılmazdır. Ama onlar düzenin ihtiyaçlarını yerine getirmişlerdir eninde sonunda. Parçası oldukları suç örgütü bütün bir düzene yayılmaktadır. Başından beri böyledir.

Kolaycı çare ise hiç olmazsa biraz nefes alalım anlamına gelir. Biraz nefes mi alalım? İşsizlik kaç puan gerilerse biraz nefes alırız? Günde kaç kadın öldürülürse nefes alıyor hissedeceğiz kendimizi, söyler misiniz? Sayı uzun zamandır günde birin üstünde. Bire inse rahatlayacak mıyız?

İşçiler peki? Kaç iş kazası olması, nefes almak anlamına gelecek?

İstatistiklere girme olasılığının biraz azalmasını mı istiyoruz?

Türkiye bu kolay ve sahte çarenin peşine düştüğü için bugünkü kabustan kurtulamadı.

Beşinci yıldönümündeyiz Gezi direnişinin. Hükümet istifa etmese de, dersini alsa, bu kadar da yapmasa dendi.

O geçti, bir gün milletvekillerini içeri atmaya kalktıklarında, birkaç milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılabilir de dendi. Anayasaya uymasa da, sonuçta bir kereliğine…

Seçimde hile yaptılar; ama çok da yapmamış olabilirler, dendi. Erdoğansız AKP de dendi, AKP’siz Erdoğan da tasarlandı.

Bir tek şey düşünülmedi bugüne kadar. Bu düzenin değişebileceği düşünülmedi.

Sıra ondadır. Sıra çoktan ondadır. Sıra Nâzım “kabahatin çoğu senin canım kardeşim” diye yazdığı günden beri düzenin değiştirilmesindedir. Kuşkusuz “kabahat senin demeye” Nâzım’ın dili varmadı ve bu doğru değil. Bu sömürü düzenini halk yaratmadı. Ama bu düzen egemenler çok güçlü oldukları için değil, halk işin kolayına kaçtığı için sürüyor. Yoksa güçlü falan değiller. Çürümüşler, durmadan kriz yaratıyorlar. İnsanı, sanatı, bütün güzellikleri, iyi olan her şeyi yok etmeden var olamıyorlar. Hayır güçlü falan değiller.

Sizleri Nâzım’ın partisi adına, Nâzım’in adını taşıyan ve bu anma gecesini düzenleyen Kültür Merkezimiz adına selamlıyorum. Sizleri aynı zamanda Bu Düzen Değişmelidir Platformunun İstanbul birinci bölge milletvekili adayı olarak da selamlıyorum.

Aramızda Bu Düzen Değişmelidir Platformu’nun başka adayları da var. Bu sahneyi paylaşan Orhan Aydın, İzmir’den gelen Kemal Okuyan, Kocaeli’den Flormar işçileriyle birlikte gelen Mustafa Tozkoparan, İstanbul diğer yakasından gelen Atakan Boyoğlu gibi… Sizleri onların da adına selamlıyorum.

Ve hem kendim hem de onlar adına birkaç cümle ekleyerek bitiriyorum.

Herkes 24 Haziran’da vereceği oy için birtakım hesaplar yapıyor. Şu parti şu kadar oy alırsa, onun şöyle sonuçları olur, parlamento aritmetiği şu kadar etkilenir diye.

Biz inandığınız tarafa, aklınızın yattığı adaya oy verin diyoruz. Herkes öyle yapmalı ve bu düzen değişmeli artık diyenler de öyle yapmalı. Ama bizim de çok basit bir “hesabımız” var.

24 Haziran’dan sonra Türkiye’nin yolunu ekonomik kriz beklemeye devam edecek. Muhtemelen daha ağırlaşarak. Ekonomik kriz daha fazla işten çıkartma, ücretlerde kesinti, kadınların bu kez ekonomik gerekçelerle eve kapatılmak istenmesi, belki gelecek kış üşümek anlamına gelir. 24 Haziran’da oyunuzu halkın haklarını savunacak olanlara, işsizliğin yasaklanacağı bir düzeni savunanlara verin. Verin ki halk daha güçlü olsun.

Halka saldırı mı dedik? Orada yobazlıktan vazgeçemezler. Halkı hurafelerle uyutmaları gerekir çünkü. İnsanlara bu benim alınyazımmış dedirtmeye ihtiyaçları vardır. O halde 24 Haziran’da oyunuzu laikliğe sıkı sıkıya sahip çıkanlara verin. Verin ki yobazların ağzının payını verebilelim. Halkı aldatmalarının önüne set örebilelim.

Ölümünün üstünden yarım asırdan fazla zaman geçmiş; ama Nâzım bu mücadeleye güç katmaya devam ediyor hala…